Sağlıklı Sınırlar, Güvenli Çocuklar

Kitaplarda, televizyonlarda, arkadaşlarımızın arasında devamlı söyler hale geldik. “Evet sınır koymak lazım, çok önemli, yoksa özgüveni gelişmiyormuş çocuğun “ . Arada şöyle diyenler de oluyor: “Yoo çocuğum benim sözümü hiç dinlemiyor ama aşırı güvenli. Öğretmenine bile kafa tutuyor; soruyorum öğretmenine, liderlik ruhu var çocuğunuzda diyor “. En kötüsü de ebeveynlere deneyimsiz ruh sağlığı çalışanları tarafından söylenen “aşırı zeki o yüzden hareketli , söz dinlemiyor “ gibi sözler…

Şimdi bu konuyu anlamak için, en baştan, bebeklikten başlayalım.Bebekler yaşamına ilk olarak  daracık sınırları belirli bir alanda başlarlar; hayatımızdaki en korunaklı yerimiz olan anne rahminde. Doğum ile birlikte, sınırsız dış dünyanın ve karmaşık iç dünyalarının sinyalleri ile karşılaşırlar. Aksi halde dağılmışlık ve çaresizlik hissederler.   Burada özellikle anne memesi bebeğin bütünleşmesini sağlar. Yeterince anne memesi ve bakımından yararlanamayan bebekler, bir süre sonra öğrenilmiş bir çaresizlik geliştirirler ve umutsuzluğa kapılırlar.Bu nedenle özellikle ilk 3 aylarında bebeğin bize fiziksel olarak görünen tüm ihtiyaçlarını yeterince karşılayabilmek çok önemlidir.

Anlıyoruz ki, güvenli anne rahminin sınırlarından dünyamıza doğduğunda, bebeği güvenli sınırlar içinde tutan anne kucağı ve anne memesidir. Yeterince ihtiyaçları karşılanan bebeğin, gün geçtikçe uyumu artar ve  tepkilerini daha bilinçli olarak göstermeye başlar. Böylece bebeğinizin mizacını, nelerden hoşlanıp, hoşlanmadığını, nasıl sakinleştirebildiğinizi, nasıl eğlendirebildiğinizi iyice anlamaya başlarsınız. Bu dönemde bebeğimizle olan bağımızı geliştirirken,  bebeğimiz de kendisini güvende hissederek bizimle olan bağını geliştirir. Şunu unutmamalıyız ki, bir bebek asla kendisini güvende hissetmeden, sağlıklı bir bağ geliştiremez. Geliştirdiği bu sağlıklı bağ, kişiliğinin temelini oluşturacak ve özgüvenini sağlayacaktır. Tüm senaryonun başlangıcı burasıdır.

Bebeğin mizacına göre, bağ geliştirmek çok kolay olabileceği gibi, kimi bebek için, oldukça zordur. Bu konuda sabırlı olmak ve her çocuğun ihtiyaçlarının farklı olduğunu kabullenerek, onu hissetmeye çalışmak gerekir.

Bebek büyüdükçe, ebeveynlerinin  veya bakım verenin bebeğin  tüm ihtiyaçlarına yetişebilmesi de  doğal olarak  olanaksızlaşır. Anne ve babanın  bebek için yarattığı  cennetin ardından, hayat gerçek yüzünü göstermeye başlar. Artık her istediğinde anne memesine ulaşamaz.  Tuvalet alışkanlığı kazanmak ve kakasını  her istediğinde, istediği yere yapamayacağını  öğrenmek zorundadır. İstemediği  halde, gerçek hayatın kurallarına uymak  zorunluluğu başlamıştır artık. Yanı sıra, yürümeye başlamış  olmak, ilgisini çeken her şeye yönelme konusunda bir serbestlik hissetmesine  yol açmış, istemediği şeylere fiziksel olarak da direnç göstermeye başlamış hale gelmiştir. Örneğin istemediği bir şey olduğunda kendisini yerlere atar veya oyuncakları fırlatmaya başlar. Ya da hiç çekinmeden vurabilir karşısındakine.

Sınır koymak diyerek anlatmak istediğimiz şey  çocuğumuza “GERÇEK HAYATI ÖĞRETMEK , HAYATI TANITIRKEN ONLARI KORUMAK” demektir. Bu nedenle sınır koymak yerine “öğretmek” kelimesini daha açıklayıcı buluyorum. Bir şeyi acı çekmeden, travma yaşamadan öğrenebilmenin en iyi yolu, güvenilir bir ortamda, güvenilir bağ kurduğu bir insanın yardımıyla tecrübe etmektir.  Tabi ki çocuklarımız için en güvenli ortam evdir. Özellikle küçük yaşlarda, sadece güvendikleri ve yeterince iyi bağ kurdukları anne ve babalarından öğrenebilirler ne yapıp ne yapmamaları gerektiğini.

Şimdi en ufak yaşlardan  öğretmeye başlayalım  (sınır koymaya) başlayalım… Basit bir örnek ile,  sıcak çay dolu bir bardağa ellememesi  gerektiğini  çocuğumuza öğretmemiz gerekir değil mi?  Ama çocuğumuzun hemen öğrenmesi mümkün müdür? Konuşmalarımızla onu bunu yapmamaya ikna edebilir miyiz? Tabi ki hayır. Burada hayır demek hiçbir işe yaramaz.O halde yapmamız gereken,  bizim kontrolümüzde parmağını ufacık değdirip, uf uf  demek ve bardağı ulaşamayacağı bir yere kaldırmak. Burada çocuğumuza şu mesajı veriyoruz.  “Bu tehlikeli. Sen şimdi kendini koruyamıyorsun. Ben seni koruyacağım.”

Peki diyelim ki çocuğumuz 4-5 yaşına geldi. Hala önünden çayı uzaklaştırmaya devam mı edelim? Hayır .. işte burada sınırlarını öğretmemizin yolu “uyarmak”, “gözümüzü üstünden ayırmamak” ve tehlikeli bir harekete yeltendiğinde onu “durdurup tekrar tekrar uyarmak” olacaktır.Eğer yeterince büyümüş olan çocuğumuza, hala bebekmiş gibi fazla koruyuculukla yaklaşırsak, çocuğumuzun bu tehlikeleri öğrenme şansı olmayacak.  Bunun yanı sıra onu her şeyden korumaya çalışan yıpranmış bir annenin tahammülsüzlüğü ile de karşı karşıya kalacak çocuğumuz!

Şimdi buna bir örnek verelim. Çocuğumuz 2 yaşına gelmiş ve elindeki oyuncağıyla size vurmaya çalışıyor. “Hayır vurulmaz” diye haykırmadan öce, çocuğumuza “ bu oyuncakla bana vurmanın eğlenceli olduğunu düşünüyorsun. Ama bu şekilde benim canım acır.” diyebilirsiniz. Elini ve oyuncağı sakince tutup, ona bir yastık gösterip,  “şimdi burada eğlencene devam edebilirsin. Hem benim canım acımaz, hem de oyuncağın kırılmaz” diyebilirsiniz. Çocuğumuz mutlaka başka seferlerde de bunu yapmayı deneyecek, sınırları zorlayacaktır. İstikrarlı bir şekilde aynı şekilde davranmaya devam edersek, bu konudaki ciddiyetimizi ve sınırı aşamayacağını kısa sürede fark edecektir. Yani sınırları öğretirken, sakin ve tutarlı olmak, cezalandırmak yerine alternatif üreterek çocuğumuza yardımcı olmak önemlidir. 

Çocuğumuz büyüdükçe sınırlar genişliyor ve işler daha da zorlaşıyor. Hele ki erken yaşlardan sınırları öğretmekte geç kaldıysak, gün geçtikçe işler daha da işin içinden çıkılmaz bir hal almaya başlıyor. O halde şimdi de çocuğumuzu biraz daha büyütelim ve farklı bir örnekle yaklaşalım konuya…

5 ya da 6 yaşlarında bir çocuğumuz var. Her şeyden şikayetçi. Uyuma saatlerine uymayı, kalkmayı, okula gitmeyi redediyor. İstediği yemek olmaz ise yemiyor.  Her şeyin dilediği anda, dilediği gibi olmasını istiyor. Annesi ona nasıl davranacağını bilemiyor, kızsa olmuyor güzel söylese olmuyor. “Çocuğumuzun her şeye bir yanıtı var” diyor anne ve babası.  “Ona söz dinletmek o kadar zor ki, sinirimi bozmaktansa, bırakıyorum ne yaparsa yapsın..  Aksi halde çileden çıkıyorum bağırıyorum avazım çıktığı kadar..” diye ekliyor babası.

Çocuk üzerinde etkili olan “yapma” tarzı değil, “olma” tarzıdır.  Bu ne demek? Çocuğun hayata uyum sağlaması, uygulanan cezalardan çok, ana babanın sunduğu örneklerle gerçekleşir. Mesela babasının annesine sıkça bağırdığını gören çocuğa, bağırmanın  kötü bir şey olduğunun söylenmesi  yeterli olur mu sizce? Yani, “ben söylediğim için yapmak zorundasın “  yerine,   “çocukların ve erişkinlerin hayatlarını kolaylaştırmak için uyması gereken kurallar var; mesela dişlerimizi fırçalamak ve sağlıklı beslenmek “  gibi kısa açıklamalarda bulunabiliriz.

Yetişkinler olarak  bazı kurallara uymamız, çocukların da bu kurallara boyun eğmesini kabul edilebilir kılar. Büyüklerin yalnızca ondan daha güçlü oldukları için kendisini dize getirmek istediklerini düşünecek olursa, haklı olarak karşı koyar. Bu durumda yalnız “orman kanunu” geçerli olur. Büyük maymunun küçük maymuna uyguladığı yasa. Sadece fiziksel üstünlük sebebiyle birine itaat etmek çocuk için kabul edilebilir bir şey değildir.  Bunu bilir  ve reddeder. Güçsüzlüğünün onurunu kırdığını hisseder ve haklı olarak hiçbir zaman bu konuda taviz vermek istemez.

İlkokul 2. sınıfa geçmiş bir çocuktan  örnek verelim bu kez de. Anaokulundan beri giderek artan davranış bozuklukları sergiliyor.  Öğretmenini hiç dinlemiyor, devamlı ceza alıyor, evde kardeşine vuruyor ve her şeyin hakimi gibi davranıyor. Baba şöyle yakınıyor: “ biraz sert davranılması ve cezalandırılması gereken bir çocuk, ama karım her zaman aramıza giriyor. “  “Bu çocuk çok duygusal , istediği yapılmazsa mutsuz oluyor buna dayanamıyorum” diyor annesi.

Şimdi düşünelim, hiçbir kuralı olmayan, bütün dünyanın önünde diz çökeceğine inanmaya devam edecek olan bir çocuk, ileride nasıl mutlu olabilir? Özellikle baba otoritesini mumla aradığımız bu dönemde, var olan bir otoritenin de diğer ebeveyn tarafından kabul görmemesi halinde hiçbir değeri olmayacaktır. Bazı ebeveynler, eşleri tarafından bile olsa, çocuklarına kızılmasına, hatta hayır denmesine bile tahammül edemezler. Özellikle de zorlukla dünyaya getirilen bebeklerin ebeveynleri bu konuda daha da hassastırlar.

Ana babalar kimi zaman çocuklarının “mutlu olması” için her şeye evet demek gerektiğini düşünüyorlar. Günümüzde ana babalarının yanlış yapmaktan bu denli korkmalarına yol açan nedir? Mükemmel olmaya çalışmak mı, çocuklarının sevgisini kaybetmekten korkmak mı? Etraftan duydukları, onları çocuklarına karşı bir çeşit “fobi” duymaya itiyor maalesef.  Suçlanma korkusu yaşıyorlar. 

Ve… devamlı anne ve babalarının koruması altında olan çocuklar,  gerçek hayatla bir türlü tanışamazlar, yüzleşemezler. Devamlı anne ve babalarının koruması altında oldukları fantazisini sürdürüler; baş edemedikleri her durumda anne ve babalarını suçlamaya devam ederler. Dışarıda uyulması gereken kurallarla karşılaşınca, tıpkı anne ve babalarını suçladıkları gibi, bu sefer de okulu, öğretmenleri, arkadaşlarını suçlarlar.

Burada biraz baba işlevinden bahsetmek istiyorum. Anneyle bütünleşmiş çocuğu ondan ayırır; çocuk bu sayede ayrı bir beden kazanır. Yani baba, dış hayata açılan bir pencere gibidir.Artık despot babalar gözden düştü. Bu bir kültür, gelenekti. Ancak bazı babalar hala kendi babalarına benzer tepkiler veriyor. Bazılarının  ise çocuklarına aşırı hoşgörülü davranması, sanki kendi çocukluklarının onarılması gibi görünüyor.

Oysaki çocuklar, her istediklerine evet demeyen, kendilerine yol gösteren ebeveynlere ihtiyaç duyarlar. Bir çocuk için başka hiçbir şey çocuksu bir ebeveynden daha güvenilmez olamaz. Danıştıkları yetişkinlere saygı gösterirken, kendileri de saygı görmek isterler.  Çocuğa saygı göstermek, her istediğine evet demek değildir; aynı zamanda ona yasaklar ve sınırlar koymak demektir. Çocuğun isteği göz önüne alınır, ama aynı zamanda, istediğinin gerçekleşmesinin neden o anda ya da sonsuza kadar yasak olduğu ona açıklanabilir. Kaldı ki, aşırı hoşgörü, tıpkı ilgisizlik gibi çocuğun büyümesini engelleyen, bir tür kötü muameledir. Örneğin çocuğumuzun biberonu 5 y. a kadar kullanmasını hoş görsek, onun kendi başına yemek yemesini ve yeni birçok tat keşfetmesini engellemiş olmaz mıyız?

Sınırları öğretmek çocuğumuzu sadece korumak için değil, aynı zamanda yeni keşifler yapabilmesi için de oldukça önemlidir. Bu sayede çocuklar, birçok uyaran arasında, nelere daha fazla yoğunlaşmaları gerektiğini, dikkati sürdürebilmeyi öğrenirler. Ben ailelere, çocuğunuzun şehir yaşamını doğa ile sınırlayın diyorum.. Çocuklarınıza tablet ve televizyonların doldurduğu yoğun verilerle dolu küçük hayatlarından sıyrılıp; toprağı, ağaçları, çiçekleri, hayvanları keşfetmesi için olanak tanıyın.

Hep çocuklara sınır çizmekten ya da öğretmekten bahsettik. Son olarak da belki de en önemli şeye değineceğim. Çocuklarımıza sınırları öğretirken, çocuklarımızın sınırlarını ihlal etmemek. Onları küçük düşürmemek, alay etmemek, yaşından büyük sorumluluklar vermemek ve küçük yaşta sırdaşımız yapmamak. Bu önemli konuyu da başka bir zamanda  daha detaylı olarak ele almak isterim.

Son bir söz ile konuşmama son vermek istiyorum. Çocuklarımıza, kendilerine saygı duymalarını öğretmemizin tek yolu, onlara saygı duymak, güven duygusu geliştirmemizin tek yolu da güvenmemizdir.

Teşekkür ederim.

İstanbul TED Koleji, 2012

Yorum yap

Sorunuz mu Var?

Online randevu oluşturun.

    X